|
Halikarnas Balıkçısı, Bodrum’ u
ilk gördüğü andaki duygularını “Mavi Sürgün” adlı kitabında şöyle aktarıyor:
"En nihayet yokuşun tepesine
gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek’ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç
aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu1.. Tepedeki bir dönemeci dönünce
‘şırrakguuuur’ diye Arşipel’ in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar
yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey
söylerde, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce
dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde
enginler. Böyle bir güür...r’ler de secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada
üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz. Akşamın çividisinde
koyulaşan koca Arşipel -eski deniz varlığını bana öyle bir heybetle bildirdi.
Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa
uzuyor. Doğduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim. Güvercinlik
Körfezinde de böyleydi. Ama orada, ne de olsa karşı kıyı vardı. Burada göz
yaylımına hiçbir engel yoktu.
Bakış ufukları belirledikçe
adalar, sonra kıyıların denize sarılıp sarlaşmış kalabalık burunları ve koyları.
Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada kaleyi taşıyan yarımada.
Doğrusu ben, kalenin kulelerini daha basık sanıyordum. Bembeyaz yükseliyorlar.
Yüreğimdeki kaygı artıyor.
Ne de olsa Bodrum adının yüreği
sıkan bir karanlığı, bir boşluğu var. Oysa gördüğüm ışık ve berraklık, buğuyu
üfüren meltem gibi izbeliği ve loşluğu öylesine sildi ki, hapsedilsem bile,
hapishanenin göğü gören bir penceresi, bir kapısı olur diye içim aydınlanıyor." |